medikal ürünler,den islam bilgisi3 bugün medikal ürünler sizin icin yazdı medikal ürünler diyorki Bu mektûb, mirza Hüsâmeddîn Ahmedc yazılmış olup. Evliyanın kerametini bildirmekdedir:Herşeyi yokdan var edip, her ân varlıkda durduran, cânlılan besliyen, büyüten Allahü teâlâya hamd ederim. Onun Peygamberlerine ve bunların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma ve ona yakın olanlara, salât ve selâm eylerim!
Dağlar, tepeler, dostlarla aramızda perde olduğundan, görünüş-deki uzaklık, buluşmağı, konuşmağı, Ankâ kuşu gibi, ele geçmez bir şekle .sokmuşdur. Ara sıra yeni bilgileri yazıp, sevdiklerime yollamağı, âcizâne düşündüm. Bunun için tektük gönderdiğim bilgilerden, usanmıyacağmızı ümmîd edenim.
Kıymetli efendim! Bugünlerde, her ağızda, Evliyânın kerâmeti dolaşmakda, câhil halk, hârika, kerâmet aramakda olduğundan, bu yolda, birkaç şey yazmağı uygun gördüm. Lütfen dikkatli okuyunuz! Vilâyet ya’nî evliyâlık, f 'enâ ve Bekâ demekdir. Bu dereceye yetişenlerde, hârikalar, keşfler görülür. Fekat, hârikaların çok olması, vilâyetin temâmlığını ve olgunluğunu bildirmez. Hârikaları dahâ az olduğu hâlde, vilâyeti dahâ kâmil olanlar, çok görülmüşdür. Hârikaların çok olmasının sebebi ikidir:
1— Urûc ederken, pekçok yükselmek.
2— Nüzul ederken pekaz inmek.
Hattâ, hârikaların çok görünmesinin başlıca sebebi, İkincisidir. Ya’nî yukarı makâmdan aşağıya inmenin az olmasıdır. Çünki, aşağı dereceye inen velî, sebebler âlemine inmiş olur. Her hâdisenin bir sebeble hâsıl olduğunu bilir. Sebebleri yaratanın «celle celâlüh»», eşyâyı sebeblerle hareket etdirdiğini görür. Hâlbuki, aşağı dereceye geri dönmiyen veyâ az inip, sebebler derecesine düşmiyen Evliyâ, yalnız sebeblerin .sâhibini, sebeblere kuvvet ve te’sîr vereni görüp, sebebleri göremez. Allahü teâlâ, herkese lâyık olanı, umduğunu verdiğinden, bu iki velîye başka dürlü ihsânda bulunur. Sebebleri görenin işlerini, arzûlarını, sebeb ile yaratır. Sebebleri görmiyene ise, sebebsiz verir. Nitekim hadîs-i kudsîde (Kullarım beni zan etdikleri.
korumak \e bü> tiklerimizin gösterdiği şeklde temizlenmesine çalışmak da. çok mühimdi*-. Kalbin hâli ne kadar gizli kalırsa, o kadar iyidir ve cehalet, hayret artdıkca. güzel olur. Çünki. Allahü teâlâya âid bilgiler \ c ismlerinden kalbe doğan ma’rit'etler, tesavvuf yolunun ortalarında hâsıl olup, nihâyete doğru azalır. Vâsıl oldukdan sonra, büsbütün >ok olur. Allahü teâlâyı tanıyamamak ve Ona kavuşama-makdan başka, hiçbir kazanç kalmaz. Hele dünyâya, mahlûklara âid keşllere [bilgilere], ne diyelim ki. zâten bunlar, çok vakt yanlış olur. Böyle bilgilerin olması ve olmaması müsâvîdir.
Süâl: Evliyanın, mahlûklara âid bilgileri, çok vakt yanlış oluyor ve kalbine doğan bilginin tersi, hâsıl oluyor. Meselâ, bir kimsenin bir ay sonra öleceğini veyâ yolcunun geleceğini haber veriyorlar. Bunlar olmuyor. Bunun sebebi nedir?
Cevâb: Velînin kalbine gelen bilgi, haber verilen iş, çok defa şartlara bağlı olur. O velî, o ânda, o şartları anlıyamaz. O şeyin, şartsız olarak, her hâlde meydana geleceğini sanır. Bundan başka (Levh-i mahfuz) da yazılı, ileride olacak bir işi, ârife [ya’nî Velîye] gösterirler. Fekat o iş, değişdirilebilen, silinip yeniden yazılabilen şeylerdendir. (Kazâ-i mu’ailak) gibidir. Arif, o işin, bir şarta bağlı olduğunu, silinebilecek şeylerden olduğunu anlıyamayıp, elbette hâsıl olacağını sanır ve gördüğünü haber verir. Böylece, o iş de, hâsıl olmıyabilir. İşitdiğimize göre, Cebrâil «aleyhisselâm», bir gün. Peygamberimize «aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât» gelip, bir gencin. yarın sabâh, erkenden öleceğini haber verir. Peygamber efendimiz «aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm», bu gence acıyıp, huzûr-i se'âdetlerine çağırır. Ne isteği olduğunu sorar. (Bir kız ile evlenmek ve bir de, tatlı isterim) der. Emr buyurup, ikisini de hemen hâzırlarlar. Genç, o gece, odasında âilesi ile oturmuş, tatlı yanlarında iken, kapıya bir fakîr gelip, (Açım, Allah rızâsı için bir şey verin!) der. Genç, tatlının hepsini, fakîre sadaka verir. Sabâh olunca. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem», gencin ölüm haberini bekler. Uzun zeman, haber gelmeyince, birini gönderip sorar. Gencin sağ ve keyf yapmakda olduğunu söylerler. Hayret eder. O sırada, Cebrâil «aleyhisselâm» gelir. Ona sorar. Ceorâil «aleyhisselâm», (Gencin tatlıyı sadaka vermesi, gelmekde olan belâyı geri çevirdi) der ve gencin yasdığı altında, büyük bir yılanı ölü olarak bulurlar. Bu haber, bu fakîre hoş gelmiyor. Cebrâil aleyhisselâmın yanılmasını câiz görmiyo-rum. Yâhud, Cebrâil aleyhisselâmın ma’sûm olması, emîn olması ve hiç yanılmaması, vahy şeklinde getirdiği şeylerdedir. Ya’nî, Allahü teâlâ tarafından indirdiği şeylerde, yanlışlık ihtimâli yokdur. Bu genç için getirdiği haber ise vahy değildir.
selâm ve tehıyyetler olsun! Allahü teâlâ, onu âlemlere rahmet olarak gönderdi. Yâ Rabbî! Kalblerimizi onun sevgisi ile doldur. Hepimizi onun yolunda bulundur! Bu düâya âmîn diyenlere, Allahü teâlâ merhamet etsin!
Evliyânın kalbine gelen ilhâmlardan ba’zısınm yanlış olması, şundan da ileri gelir ki, ilhâm olunan bilgilere benziyen, ba’zı yanlış başlangıçlar, hâtırına gelir. Bunları doğru sanır ve ilhâm olunan şeylere karışdırır. Böylece, ilhâm doğruluğunu gayb eder. Ba’/an da, keşflerde, rü’yâlarda, gizli şeyler, kendisine gösterilir. Bunları gördüğü gibi olacak sanır. Hâlbuki, onlara ma’nâ vermek, ta’bîr etmek lâzım şeldiğini bilemez. Bunun için, söylediği şeyler meydana çıkmaz. İşte böyle sebeblerden dolayı, keşf ve ilhâmlar, hatalı olmakdadır.
Hiç yanlış olmıyan, güvenilecek, yalnız Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîHerdir. Çünki, her ikisi de, elbette doğru olan, vahy ile bildirilmiş-dir. Ya’nî melek ile indirilmişdir. Âlimlerin söz birliği ve müctehidle-rin ictihâdı da, bu iki doğru kaynakdan alınmışdır. İşte, islâmiyyetin bu dört temeli dışında kalan bilgiler, her ne olursa olsun, bu dört esâsa uygun ise, kabul edilir. Uygun olmıyanlar, Hvliyânın ilmleri, ma’rifetleri, keşfleri olsa da, [fen adamı olarak geçinen, fen taklîdcile-rinin, tecribe ve isbât edilmiş bilgiler arasına, bozuk düşünceleri ile karışdırdıkları, hipotez, teori bile olmıyan, sözleri olsa da|, kabul olunmaz.
[(Bcrîka) kitabının doksandördüncü sahîfesinde diyor ki, (Edille-i şer’ıyyenin dört olması müctehidler içindir. Mukallidler ya' nî dört mezhebden birinde olanlar için delîl, sened, buluııdıığıı mez-heb reisinin ictihâdı ve sözüdür. Çünki mukallidler, âyetden ve hadîsden ahkâm çıkaramaz. Bunun içindir ki, mezheb imâmının sözü, Nassa ya’nî âyete ve hadise uymuyor göründüğü zeman mezheb imâmının sözüne uyulur. Çünki (Nass) ictihâd istiyebilir. Yâluıd, başka nassla değişmesi, te’vîl edilmesi, yanlış birşey olması, nesli edilmiş olması mümkindir. Bunları da ancak müctehid anlıyabilir)).
Tesavvuf yolunda bulunanların vecd ve hâlleri, keşf ve ilhâmları [ve fen taklîdcilerinin faraziyye ve nazariyyeleri] islâmiyyet terazisi ile dartılmadıkca, on para etmez. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîf mi’yân ile yoklamadıkça, kabul edilmez. [E!vliyânın keşf ve ilhâm ile edindikleri ba’zı bilgilerinde yanlışlık bulunabileceğini işiterek, bu büyüklerin, islâmiyyeti bildiren sözlerine inanılmaz demek, pek cahillik olur. Bunların, Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şeriflerden ve din imâmlarından verdikleri haberler şübhesiz sağlam ve doğrudur.
Abdülkâdir-i Geylânînin «rahmetullahi aleyh», (Beş vakt nemâzın sünnetleri yerine, kazâ nemâzlarını kılıp, kazâlan bir ân önce bitirmek lâzımdır) sözü, keşf ve ilhâm olmayıp, islâmiyyeti bildirmekde-dir ve Ehl-i sünnet âlimlerinin yoludur. Din bilgilerini, ilhâm, keşf sanıp, Evliyânın sened, vesika değerindeki sözlerine inanmıyan kimse, helâk olur].
Tesavvuf yoluna girmek ve tarîkatde ilerlemek islâmiyyetin bildirdiği şeylere, kalbin yakın hâsıl etmesi, hakîkî îmâna kavuşması içindir ve islâmiyyetin emrlerini kolaylıkla, seve seve yapmak içindir. Bu ikisinden başka şeyler kazanmak için değildir.Çünkü, Allahü teâlâyı görmek, âhıretde va’d edildi. Dünyâda görülemez. Tesavvuf-cuların müşâhede, tecellî diyerek, övdükleri görünüşler, zil ile. gölge ile avunmakdır. Benzeterek, sanarak, boşuna sevinmekdir. Allahü teâlâ, (Verâ-ül-verâ)dır. Ya’nî ötelerin ötesidir. Müşâhede ve tecellî dedikleri görünüşlerin iç yüzünü bildirirsem, bu yola yeni girenlerin çalışmakdan vaz geçmelerinden, şevk ve heveslerinin gevşemesinden korkarım. Fekat, hiç ağzımı açmaz.sam, bildiğim hâlde, herkesin yanlış şeyleri hakikat sanmalarına göz yummuş olmaklığımdan da korkuyorum. Onun için, tekrâr söyliyeyim ki, tesavvufeularm müşâ-hedelerini, tecellîlerini, kelîmullah hazret-i Mûsânın «alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm» şâhid olduğu. Tür dağına olan tecellî ile karşılaşdır-malı. Ona benzemeyince, gölgenin, hayâlin, asi ve hakikat sanıldığı, anlaşılmalıdır. O tecellîye benzemiyecekleri şübhesizdir. Çünki, O ve Onun tecellîsi, mahlûklara âid sıfatlardan, kaydlardan münezzehdir. Bu dünyâda ise, bu kaydlardan sıyrılmak mümkin değildir. İster kalbe tecellî olsun, ister dışarda tecellî olsun, bu kaydlar karışacakdır. Hâtem-ül-Enbiyâ «aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihissalevâtü vetteslî-mât», bundan ayrıdır. O, dünyâda gördü ve kıl kadar değişmedi. Evet, onun yolunda gidenlerin büyüklerine dünyâda, bu ni’met nasîb olur ise de, sayısız zillerden, perdelerden birinin gerisinde olmakda-dır. Tecellîye kavuşan, bunu anlasa da, anlamasa da bunlara perdesiz tecellî olamaz. Kelîmullah «aleyhi ve alâ nebiyyinesselâm» kendine tecellî etmediği hâlde. Tür dağına olan tecellîyi görünce bayıldı, düşdü. Başkaları kim bilir ne olur?
Şunu da bildireyim ki, sevdiklerimizden birine, talebeyi yetişdir-mek için, iz.n vermekden mak.sad, îmânın gevşediği, çok kimselerin yoldan çıkdığı, din bilgilerinin unutulduğu, bu fırtınalı zemanda, müslimân evlâdlarına Allah yolunu göstermesi, kendisinin de, talebesi ile uğraşırken, onlarla birlikde, ilerlemesi içindir. Bu inceliği iyi anlamalı ve ömrde geri kalan birkaç günlük fırsatda, çalışarak, talebe ile birlikde, ni’mete kavuşmalıdır.
diği birşeyi haber vermişdir. Levh-i mahfuzda yazılı şeyler, silinip değişdirilebildiğinden, buradan öğrenilen haberler yanlış olabilir. Allahü teâlâ tarafından getirilen şeylerin ise, yanlış olmak ihtimâli yokdur. Şehâdet ile ihbar arasında fark vardır. Islâmiyyetde, şâhid olmak kabul olunur. Haber vermeğe ise güvenilmez.
Kazâ, ya’nî Allahü teâlânın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: (Kazâ-i mu’allak), (Kazâ-i mübrem). Birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir, veya hiç yaratılmaz. İkincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir sûretle değişmez, muhakkak yaratılır. Kaf sûresindeki, (Sözümüz değişdirilmez) âyet-i kerîmesi, kazâ-i mübremi bildirmekdedir. Kazâ-i mu allak için de, Ra’d sûresinde (Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar) buyurmakdadır. Hocam, Muhammed Bâkî-billah «kuddise sirruh»., buyurdu ki, seyyid Abdülkâdir-i Geylânî «kuddise sirruh», ba zı kitâblarında buyurmuş ki, (Kazâ-i mübremi kimse değişdiremez. Fekat ben, istersem, onu da, değiştirebilirim). Bu söze şaşar ve olacak şey değildir derdi. Hocamın bu sözü, uzun zemandan beri, zihnimi kurcalamışdı. Nihâyet, Allahü teâlâ, bu fakiri de, bu ni meti ihsân etmekle şereflendirdi. Bir gün, sevdiklerimden birine, bir belâ geleceği, ilhâm olundu. Bu belânın geri döndürülmesi için, cenâb-ı Hakka çok yalvardım. Bütün varlığım ile. Ona sığındım. Korkarak, sızlıyarak, çok uğraşdım. Bu belânın, Levh-i mahfûzda kazâ-i mu allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler. Çok üzüldüm, ümmîdim kırıldı. Abdülkâdir-i Geylânînin «kuddise sirruh» .sözü hâtırıma geldi. İkinci defa olarak, tekrâr sığındım, çok yalvardım. Aczimi, zevallılığımı göstererek niyâz etdim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i rnıfallakm iki dürlü olduğunu bildirdiler: Birisinin şarta bağlı olduğu, levh-i mahfûzda gösterilmiş, meleklere bildiril-mişdir. İkincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda, kazâ-i mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazâ-i mu’allak da, birincisi gibi değişdirilebilir. Bunu anlayınca, Abdülkâdir-i Geylânînin «kuddise sirruh» .sözündeki, kazâ-i mübre-min, bu ikinci kısm kazâ-i mu’allak olduğunu ve kazâ-i mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, hakîkî kazâ-i mübremi değişdiririm demediğini anladım. Böyle kazâ-i mu’allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. Yâ, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir? O sevdiğim kimseye, gelnıekde olan belânın, bu son kısm kazâdan olduğunu anladım ve Hak «sübhanehu ve teâlâ»nın bu belâyı geri çevirdiği ma’lûmoldu. Allahü teâlâya, bunun için çok şükr olsun! Ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrier olsun ve bütün.insanların en üstünü v'e Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâya «aleyhi ve aleyhimüssale-vâtü vetteslîmât» ve ona yakın olanların ve Lshâbının hepsine.medikal ürünler sizin icin sundu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder