bayan çantası fiyatları ve tarih bilgisi63

 bayan çantası modelleri


bayan çantası fiyatları ve tarih bilgisi63 bugün bayan çantası fiyatları sizler icin  yazılarını hazırladı ve sizlere bayan çantası fiyatları diyorki XIX. asır Osmanlı Dcvleti’ndc anayasa tartışmalarında ku||^ lan “şartnâmc-i esâsı, konstitüsyon, konstitüsyon kânunu, meşvTret, kânun-ı esâsı, nizâm-ı esâsı, nizâmât-ı esâsiye, serbestâne, meşrûtiyet” gibi türlu-çeşitli terimler, Batı-kayn^ modern anayasanın tasavvurunda karışıklık izlenimini vercbilif^ Ancak yakından bakıldığında bu kavramlann hepsinin aslında anj. yasanın, “hükümet formülü” olarak araçsal anlamını yansıttıjb rülccekti. Ana)^asa için kullanılan söz konusu deyimlerde Bauj] konstitüsyon dışında üç ana kavTam göze çarpar: Kânun, nizam ^ fart. Osmanlı hukukî terminolojisinde kânun ile nizam, “üstym* olarak şeriata tâbi’, ikincil mevzuatı ifade eder (Pakalın 1993: III/ 341). Geriye kalan şart ve takyit kavramları ise mevzuat türüne değil, anayasanın işlevine, “hükümet-i meşruta veya mukayyede" de-pimlerinde olduğu g^bi, “asıl anav^asa olarak şeriata bağb, sınırlı hükümet” rejimine işaret eder.Bu demektir ki anayasa ve anayasakthk, haddizatında amaçtan çok araç hükmündedir. Çoğu kez karıştırılan terimler arasındalu farkı belirtecek olursak “anayasalcıhk”, bir topluluğun asıl ihtiyacını oluşturan “hukuk düzeni”ni gerçekleştirmeye yarayacak alternatif modellere delâlet eder. Osmanlı aydınları için “anayasal rgim", meşrûtiyet, yani nomokrasi denen “hukuk düzeni” içinde işleyen “sınırlı hükümet” demekti. Bu bakımdan meşrûtiyet kavramımn İngilizceye doğru tercümesi, genelde yapıldığı gibi “constitutional monarehy” değil, “limited rule” idi. Namık Kemal gibi XIX. aar Müslüman aydınları, bugün demokrasinin karşılığı olarak alınan geleneksel “şûra ve meşveret” gibi İslâmî kavramlarla da aslında hukumet-i meşrûtdyı kastetmişlerdir. Keza Kemal, popülcrlcştirdiğı halka “hürriyet” kavramıyla aslında yöneticiler üzerinde *tahdıd*i kastetmiştir (Tanscl 1967: 11/133). Basitçe, iktidarın sınırlandınl-ması, halkın hürriyeti demekti.
1876’da “anayasa” kavramı, Türklerc, sultanın keyfî eylemine bir fren olarak temsilî bir heyet, meclis fikrini ifade ediyordu; yanı anayasal rejimin alamet-i farikası meclisti. Ancak meclisin terkip tarzı başta olmak üzere yeni anayasal rejimin diğer özelliklerinin nasıl belirleneceği meselesi sancılı bir arayış doğurdu; 1924 Türb-yc Cumhuriyeti anayasasına vücut veren 12 modern anayasal ilke*
Ali Sııavi (1868a), sınırlı hükümeti, genel olarak hukuk anlamında aldıjS;ı *feriata ba^lı hükümet" olarak tanımlar: “Bir hükümet, bir şeriatla ba^lı olup o şeriatın tayin etti^ mertebeye kadar tt^^arruf eder haddini tecavüz edemez ise hukumet-i mukayyede ve bazen mevruta derler ve eğer icra-yı tasarrufta mukayyed olmayıp istediği gibi yapmak isterse ona hükumet-ı mutlaka tesmiye ederler." Namık Kemal (1327: 98, 169, 210)’e göre Osmanlı’da, Fransa’ da olduğu gibi cumhuriyetin ve Ingiltere’de olduğu gibi aristokratik hır meşrûtiyetin hayat şansı yoktur, Osmanlı’ya gereken, bir meşrutî idaredir ki bu zaten geçmişte başarılmıştı: “Bizim devlet vaktirie her ne kadar zahiren hukümet-i müstakille suretinde görünür ise de hakikat-i halde, bayağı hürriyetin derece-i ifratına varmış bir “hükümet-i meşruta" idi." Şu halde, ana hedef olarak ana-yasa/etitk yerine nomokrasiyi alan Osmanlı aydınlan için mesele, hükümetin bağlanacağı bir şeriat/anayasa keşfetmek değil, hükümeti yeniden mevc*ut şeriata bağit kılmanın bir yolunu bulmaktı.
Bu bakımdan Namık Kemal (2005: 173, 423)’in görünüşte “kamu hukuku ve devletin tüzel kişiliği” kavramalarını eleştirisiyle (Geneer 2005) çelişen anayasal rejim talebi, ehven-i şerreynin tercihini ifade ediyordu. O, anarşistik bir redde imkân olmadığından kamu hukuku -ile ona bağlı devlet ve anayasa- kavramını kerhen bbul ettiğini belirtir, umutsuz bir inkâr yerine gerçeği kabullenerek devlet iktidarını sınırlandırmaya çalışmaktan başka çare yoktu. Kemal (2005: 219-222)'c göre “Gülhane Hattı, bazılarının zannı gibi Devlet-i ‘Aliye için bir şartnâme-i esâsı değildir. Yalnız şart-nâme-i hakikimiz olan şer’-i şerifin bazı kavaidini teyit ile beraber Avrupa’nın fikrine muvafık birkaç tedâbir-i idâriyeyi müeyyid bir beyannâmeden ibarettir”, yani İngilizcede “bili of rights" denen beyanname.
Şu halde şeriatı şartnâme-i hakiki olarak gören Kemal (1327: 181) için Magna Carta gibi bir haklar beyannâmesi olan Gülhane Hattı, şartnâme-i mecâztyı temsil eder. Ona göre bu prensibin tespitinden
Gulhanc Hattı'nda can vc mal ve namus emniyeti olarak yorumlanan ^ahsî hürrivTte “hürriyet-i efkâr, hâkimiyet-i ahali ve usûl-, meşveret” gibi maddeler eklenir, böylcce Gulhanc vc İslâhat Hatb n ile Nutk'i Hümâ>oınun birleştirilerek gözden geçirilmesiyle yen, bir anayasal belge elde edilebilir. İktidarı sınırlandıracak bu temel metin,”yazılı anayasa" anlamında /)at (jcharter) olarak tanımlanır (Gencer 2008b).
Muhafazakâr Osmanlı aydınlan, boylece, halkın hak ve hum yetlerinı tanımlayan yazısız anayasa olarak şeriatın hâkimiyetim sağlayacak araçsal bir belge olarak hat ile iktidarın smırlandınkiijp yönetim anlamına gelen meşrûtiyeti savunmuşlardır. Ancak Ahmed Cevdet (1309: 1/32, 111/40; 1980: 199), onlardan farklı olarak anayasa konusunda gelenekten taviz anlamına gelecek bir yenılı|e taraftar olmaz. Öncelikle o da bütün Müslüman aydınlar gibi poıi-tif hukukun üstünde yer alan ideal hukuk olarak şeriatı anayaaı olarak alır. Ona göre hükümdarların yetki ve görevleri zaten ebedî şeriat tarafından belirlendiği için sürekli değişmeye mahkûm bir ana\"asa ile tahdide luzum )'oktu. Sıyası otoritenin yazılı bir anm-sayla sınırlandırılmasını savunan Namık Kemal’in aksine o, şcnatı bir hükümetin yazısız anayasası olarak kabul ettiği için Kinun-ı Esâsı projesine sonuna kadar karşı çıktı (Berkes 1978: 295).
İkincisi, modern yazılı anayasa kamu hukuku kavramına bı|İı olarak doğmuştu. Hâlbuki geleneksel dünyagörüşünc göre ‘hak*, ancak insan gibi can vc irade sahibi varlıklara ait olduğundan şahıs-lar-arası özel hukuk dışında bir kamu hukuku vc dolayısıyla anayasadan bahsetmek mümkün değildi. Örneğin Diccy (1915 : 282)’c göre İngiltere’nin kamu hukuku yoktu; anayasanın hukuku, basiû^e politikanın parçası olan özel hukuktan ibaretti. Keza Cevdet’e göre her devlette hukukî nizamın temelini, şah ıslar-arası muamclclcrf ilişkin medeni kânun oluşturuyordu. Devlct-i ‘Aliye de şef-i şerik dayalı olduğundan butun mevzuatını bu şer’î kânunlara dayandırmak zorundaydı.
Berkes (1978: 22Ü)’c göre Cevdet, medenî hukuku bir anavısa-ya dayandırma yerine, anayasa hukukunu medenî hukuka dayandırma anlayışı yüzünden devletin temel yasasının anava.sa olması gerektiği tezine sonuna kadar karşı çıkmıştır. Ona göre Tanzimat Fermanında kamu hukuku açısından yeterli temeller verilmişti.
BeJn Gencrr 673
olgun vc ^kıLL bir hukunndann devlet başkanlık altında bu kadarı yctcrlıydı. Ccmaarın varlı^ algısından önemli olan, medenî hukuktu. Bu yüzdendir ki İslâm medeni hukukunu tedvin edildi^ Mecelle ile verdıl^ı halde Cevdet (1309: 111/32), yazılı anayasa konusunda modernliğe taviz vermemiştir.
Sonunda Mıdhat Paşa’nın başkanlı^nda Namık Kemal’in de üyesi olduj^ bir komisyonun çalışmasıyla 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasası Kânun-ı Esâsı ilan edildiyse de uzun omurlu olmadı. Bu hüsranı, sadece Sultan Abdülhamid pbi yeniden ülkenin kaderine el koyan dirayetli bir aydın despotun tasarrulûyla açıklamak mümkün değildi. Şerif Mardin (1991: 57—60), Yerü Osmanlı muhalefet hareketinin doğuşunu Tanzimat ile gelen yeni sıvası sistemin yt^l açtığı elit dolaşımındaki tıkanma ile izah eder. .\ncak bu tez, anayasalcılığın bayraktan olarak tamnan Midhat Paşa gibi seçkinlerin devrimci mücadelesini izahta yetersiz kalır. Bu konuda daha derine inmeye elverecek bir perspektife ihtiyaç vardır.bayan çantası fiyatları sundu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder